SAVAŞI DURDURAN TÜRKÜ
ABDURRAHMAN EKİNCİ
HALK BİLİMİ ARAŞTIRMANI -ETNOMÜZİKOLOG
Türkünün yüceliğini,gücünü, adımız kadar Türk olduğunu, dilimiz kadar bizim olduğunu , bin yıllara dayanarak , süzülerek, çelikleşerek , dilimizde desek , abartmış olmayız
“Matematik bilimlerin, Müzik de sanatların en yetkinidir,böyle düşünenlere göre çünkü: ikisinde de biçim kendi özü olmuştur aynı zamanda.” (1)
“Kültür doğrudan doğruya ırkla bağlı değildir. Değişik biyolojik kökten insanların aynı kültüre katılmaları söz konusu olduğu gibi, aynı biyolojik kökten insanların da farklı kültürleri vardır.(2)
Kökümüze en yakın uluslardan biriside Çin’dir.Değişik zamanlarda Çinli devlet adamları bizim yurtları ziyaret etmiştirler. Bu ziyaretlerden birinde Çinli papaz anlatıyor.”Şarap tasları gittikçe daha sık boşalıyor , keyif ve neşe gittikçe artıyor,çalgı durmadan çalıyordu .Hüan Dzanğ yine taktirle kaydeder:” Bu bir barbar musikisi idi ama yinede ruha ve gönle ferahlık veriyordu.”(3)Göktürkler zamanında türkünün bir yabancının ruhuna ve gönlüne etki ettiğini tarih kayıt ediyor.
Çanakkale savaş alanlarını gezmek için gittiğim Çanakkale ‘de Zamanın Milli Eğitim Bakanlığı başarılı öğrencileri Çanakkale ‘ye toplamış büyük bir toplantı yapılarak tören devam ediyordu. Bu tören konuşmasında, siperlerimizin birinden bir türkünün söylendiğini , karışı siperlerde bulunan Anzakların bu türküden çok etkilendiğini anlattı.
Ben bu olayın üzerine, bu türkü okuyana, bu anıyı yazana , ulaşmaya çalıştım. Eğer abartı saymazsanız beş yıl araştırdım. Önce Vehbi Vakkasoğlu ‘nun BİR DESTANDIR ÇANAKKALE kitabına ulaştım.
“Çanakkale’nin cephe gerisi , birçok insani özellik ve güzellikle dopdoludur. Ancak, bu insani güzellikler bilenmiş duygularıyla gelenlerden değil, vatanını savunan Mehmetçikten kaynaklanmıştı. Öyle güzel , öyle köklü , öyle samimi duygular yaratılmıştı ki, bir zaman sonra düşmanı da etkilemişti.
Bunlardan birini , dedesi Çanakkale de çarpışmış bir Anzak olan üniversiteli genç kız anlatıyor.
“Türk siperleri ile çok yakındık. … Bizim siperlerimizle o kadar yakındılar ki, ateş kesildiği zaman alçak sesle konuşurduk, ayaklarımızın ucuna basarak dolaşır ve hiç gürültü çıkarmamaya çalışırdık .Genellikle hava kararır kararmaz ateş kesilir, biraz daha rahat etmeye başlardık.
Gecenin orta yerinde ve aşağı yukarı her gün aynı saatte Türk siperlerinden bir ses yükselirdi . Öyle gür, öyle içli ve dokunaklı bir sesti ki , dinlemeye doyamazdık.Yarım saat kadar süren bu konser , bir zaman sonra , komşu siperlerde de duyulmuştu . Zaman zaman bizim siper, Türk’ün konserini dinlemeye gelenleri misafir ederdi. Bu sese hepimiz hayrandık. Ancak ne söylerdi, bu tatlı ve iç yakan , ruhumuzu kavrayan nağmeler ne söylerdi , bilmezdik; fakat derinden derine etkilenirdik.
Bazen hafif bir esinti çıkar ve bu yanık nağmeleri başka yöne götürürdü. Biz, kulaklarımızı dört açıp daha iyi duymak için, neredeyse başımızı dışarıya çıkaracak hale gelirdik. Efsunlu bir sesti bu
Gündüz savaştığımız insanın gece söylediği müziği dinlemek ve ondan etkilenip duygulanmak, ne ilginç bir işti. Ama gerçekti. Bir akşam konser saati gelmişti , ama o alıştığımız ses duyulmuyordu . İkinci, üçüncü , dördüncü akşam , yine konser yoktu. Hepimiz merak içinde kalmıştık. O gece, durumu öğrenmeye karar verdik . Türkçe bilen savaş muhabirine yazdırdığımız bir kağıdı taşa sarıp fırlattık Bu kağıtta ki iki cümle, konserin niçin kesildiğini soruyor ve selam yolluyorduk Türklere…..
Bir süre sonra,fırlattığımız taş, arka yüzü yazılmış kağıtla birlikte siperimize atılmıştı. Bu kağıtta ne yazıldığını birazda tahmin etmekle beraber çok merak ediyorduk.
Kağıttaki tek Türkçe cümlenin ne dediğini anlamamız uzun sürmedi . Haberi getiren arkadaşımızın yüzünü hüzün bürümüştü…Tabii, cümleyi duyunca , hepimiz aynı hüzne gömülüverdik. .. Kağıttaki cümle şöyleydi:
O arkadaşımızı geçen hafta vurdunuz.”(4)
Ne diyebiliriz ki savaş son sözünü söylemişti.
Sayın Vakkasoğluna bi r kaç defa emeyil atarak , dipnot kullanmadığını , eğer bir dip notu varsa alabilir miyim diye yazdım ; bir cevap alamadım.Ama yinede o güzel, akıcı , candan, sarıcı anlatımından dolayı kitabından yararlandım.
Amacım asıl kaynağa ulaşmaktı. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim üyesi Sayın Doc. Dr. Zafer Gölhan’ a ulaşarak konuyu açtım. Okuduğu bir kitaptan bana dip not olarak Baha Vefa Karatay ın Mehmet cik Ve Anzaklar kitabını önerdi. Burdur Halk Kütüphanesinde olduğunu söyledi. Kütüphanede yoktu. Bir hızla Isparta Halil Hamit Paşa Kütüphanesine gittim.Orda da yoktu. Sayın Müdür yardımcısı Mehmet bey bilgisayardan araştırdı ; bilgisayara göre ; Türkiye de üç kitap görünüyordu.Birisi Antalya,birisi Manisa ‘da biriside Milli kütüphanede idi. Manavgat Halk Kütüphanesi Müdürü Hidayet Başarana ulaşarak adı geçen kitaba ulaştım . Tüm emeği geçenlere türkülerimiz adına selamlıyorum.
Baha Vefa Karatay emekli bir asker. Anzakların ülkesine atanan ilk büyük elçi. O ülkeye varınca yaşayan anzaklarla temas kurarak , ulaşamadıkları ile de mektup, gazete, ile ulaşmaya çalışmış ve anzakların anılarını belgelere dayanarak yazmıştır.
“ BU MEMLEKETİN TOPRAKLARI ÜZERİNDE KANLARINI DÖKEN KAHRAMANLAR!
Burada bir dost vatanın bağrındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz.
Sizler Mehmetciklerle yan yana ,koyun koyunasınız
Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar, gözyaşlarınızı dindiriniz.Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler. Ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır.
Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra ,artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”(5)
. ATATÜRK
“Müsellah milletin en canlı örneği Türklerdir.
Bu milletin köylüsünün orak, katibinin kalem ve hatta kadınlarının etek tutuşunda silah kavrayan bir pençe kıvraklığı vardır.” (6)
“ Çanakkale yi asker olarak anlatmak imkansızdır.
Çelikten, manevi güçten, vatan aşkından bir insan yapısı ne demektir ? Bu sorunun cevabı işte şu gösterişten uzak, mütevekkil ve sakin ANADOLU ÇOCUĞUNUN KENDİSİ İDİ”(7)
“Taş üzerinde yatıyor, güneşe, fırtınalara, soğuğa,yağmura karşı korumasız siperlerde çamur ve toz içinde günler geçiriyor, fakat dünyanın bütün vasıta ve imkanlarına sahip düşmanlarıyla aslanlar gibi döğüşüyorlardı. Bu, ne sessiz, gösterişsiz bir yurt sevgisi idi ! (8)
“ Otuz temmuz günü saat on sıralarında , ilerideki siperlere doğru giderken,Fakir ve orta sınıf Türk kadınların oluşturduğu bir kafile dikkatimi çekmişti . Ellerindeki testilerle, sırt üzerinde mevzilenmiş askerlere su taşıyorlardı . Bir kısmı gidiş, bir kısmı dönüş halinde, sessizce işlerini yapmaktaydılar. ……Başlarında yalnız gözlerini açıkta bırakan yaşmaklarla beyaz giyisiler içindeki bu Türk kadınlarının, kendi kendilerine üstlendikleri vazifeyi yaparken gösterdikleri fedakarlık, insanı duygulandıracak bir tablo yaratmaktaydı Siperlere iki yüz metre kadar yaklaştığım sırada, hemen gerimde patlayan bir mermi parçasının bu kadınlardan birinin koluna isabet ettiğini gördüm. Kolundan fışkıran kan, beyaz entarisini bir anda kıpkırmızı yapmıştı….”(9)
“Hastalarıma karşı gerçek bir ilgi duyuyordum. Onlar da beni seviyorlardı.En büyük acılara asil bir tahammülle katlanan bu yiğit KÖYLÜ ÇOÇUKLARIYLA İÇTENLİKE KAYNAMIŞTIK.”(10)
Çünkü silah arkadaşım olan bu insanların sahip oldukları yüksek şeref,ve hasletlerini sınırsız şecaat ve sadakatlerini, gerçek vatan severliklerini aynı sıcaklıkla yüreğimde korumaktayım..”
Yabancı bir yazarın yazdığı, bizim yaşayarak yarattığımız değerlerimiz sadece bunlardan ibaret değil .Muhakkak daha fazla ,daha fazladır. Bu kahramanlıkları yaratanlar dudağında türkümüz, yüreğinde ülkümüz, var olmak, ulus olmak hiçbir ulusun egemenliğine girmemek için savaşmışlardır . Bu türküleri sonsuza kadar söylemekte diğer bir amaçları idi
Kaynak göstermeden yazan diğer bir yazarımıza göre” :Gecenin ayazı üzerimize çökmekteydi. Karanlık henüz üzerimizden gitmemişti Türk siperlerinden yükselen o İncecik ses bizi ısıtıyor, ışıtıyor Yüreğimizi derinden derin den sarıyordu .”(11)
ONALTINCI MEKTUP
“ Mektubu yazan : K. J.Sykes
Adresi :13 Alexander street-wembley
AUSTRALİA
Savaştaki kıtası : xıı Piyade taburu
Savaştaki Rütbesi :Er
Gecenin nisbeten sessiz bu saatinde, birden sol ilerimizdeki Türk siperlerinden gelen bir ses hepimizi şaşırtmıştı. Bu .bir şarkıydı.(1)Sözleri Türkçemi yoksa Almancamıydı fark edemiyorduk . Lakin tahminlerin üstünde berrak ve güzeldi. Yüreklere işleyen bir tenor sesiyle . Bölgedeki herkes bir anda kulak kesildi : Ara sıra duyulan tüfek sesleri de kesilmişti . Hepimiz büyülenmiş gibi dinliyorduk….
O şarkıyı söyleyen kimdi? Bilmiyorum ve hiç bir zaman da öğrenemeyeceğim kuşkusuz. Ancak her kim idiyse bilmeliydi ki , o acılarla, iniltilerle korkularla dolu savaş alanında , bir çoğu yurtlarını bir daha göremeyecek askerlerin ruhlarından kavrayan, unutamayacakları bir anı yaratmış, huzur dolu dakikalar yaşatmıştı. İnansın ki, yüzlerine bakılmayacak kadar kir içinde, kaba görünüşlü ; fakat gerçekte tertemiz yürekli o dinleyicilerin hissedemeyeceği şekilde bu şarkının etkisi altında kalmışlardı…….”(12)
Bu Türküyü söyleyeni Anzak askeri bilmeyeceğim diyor Ama biz biliyoruz. Öncelikle Mehmetcik. .Ha Hasan olmuş,ha Mehmet.Ama,ama,tarih doçenti Zafer Gölhan ‘a
Göre bu isim Hasan.
Halkların müziğinin dili tektir. Dinleyenlerin çok uluslu olmaları bu dili anlamalarına engel değildir.Hatta hatta dinleyenler Anzak dahi olsalar bile. Eğer o müzik Hasan’ ın yüreğinden koparak yerelden ulusala, ulusaldan evrensele ulaştıysa;Ve ulaşmış, anlamayan etkilenmeyen, duygulanmayan kalmamış. O çünkü insanlığın malıdır. Tıpkı bizim ağıtlarımız, uzun havalarımız gibi .
KAYNAKLAR
1-Ernst Fıscher- Sanatın Gerekliliği –Çeviren: Cevat Çapan -Sayfa :115
2-B. Berelson – G.S. Steiner- Türk Kültürü Sayı: 183 Yıl :Onatlı -Sayfa 163
3-L. Liğeti –Bilinmeyen İç asya –Sayfa:88
4-Vehbi Vakkasoğlu - Bir Destandır Çanakkale -Sayfa: 135-136-137-138
5-Baha Vefa Karatay - Mehmetcik Ve Anzaklar - Sayfa: 19
6-Lord Casey -A.G.E. Sayfa:23
7-A.G.E. –Sayfa 23
8-A.G.E. Sayfa 23
9-A.G.E. Sayfa 73
10-A.G.E. Sayfa 75
11-Basından
12-Baha Vefa Karatay –Mehmetcik Ve Anzaklar- 123-124-130
Not: Anzakların dilinde türkü diye bir değer yoktur, onlar müziğin hepsine şarkı demektedir.
(1)s.Ar. müsellah :Silahlı
2-Mütevekkil :İşini Tanrı ya veya oluruna bırakmış.
ANA SAYFA
|